Fikir Yazıları
ÜÇÜNCÜ KAPI
1975 yılının Kasım’ında modernitenin neşet edildiği coğrafyanın bir parçası oldum. Kırk yıla yakın süren bir tecrübeydi. Birazdan bahsini edeceğim kapıların imal edildiği yerlerde bulundum. Kapı bekçileri ve müdavimleriyle sonu gelmez diyaloglar icra ettim. Tartıştım. Kapıların çağrısına kapıldığım oldu. Kendimi sorguladım.
1999’da basılan bir romanımda ve 2013’te yayımlanan Alsancak Börekçisi adlı kitabımda bu kapıların bahsini ettim. Şimdi burada bir kez daha dile getirmeye çalışacağım.
Modern zamanlarda kapılar aslında üç tanedir. Bizlerin, müslümanların gözüyle bakınca dört adetmiş gibi görünür. Çünkü Batıda -Avrupa’da Üçüncü Kapı olarak takdim edilen şey asılsızdır. Sağlam bir temele oturmayan kurtuluş vaadidir. Sanal bir yapıdır.
Batı uygarlığı maddi bir uygarlıktır. Zamanında insanların dünyevi beklentilerine ve ihtiyaçlarına önemli ölçüde karşılık buldu. Bunu yaparken kendi dışındaki kültürleri yok etti, ülkeleri yağmaladı, insanları maddiyat bağımlısı yaptı ve tek tip kalıptan geçirdi. Çıkardığı savaşlarla 100 milyondan fazla insanı öldürdü. Milyonlarca insan evsiz barksız kalıp göçmek zorunda kaldı. Dünyaya çok büyük acılar yaşattı. Demokrasi ve insan hakları kalesi olma iddialarına rağmen Sömürgeci ve Ötekileştirici yanı hâlâ çok baskındır ve kesintisiz bir süreklilik arz etmektedir. Batının kendine has bir ahlak değeri yoktur. Ödünç aldığı değerleri çürütmüş, asılsızlaştırmış ve bazılarını da mumyalanmış şekilde müzelerde teşhire arz etmiştir.
Son zamanlarda sıkça dile getiriliyor. Aydınlanma - Seküler sistem model olmaktan çıktı ve sistemin her derde devalık iddiası da temelden çöktü. Kullanım süresi kısa ideolojiler kafa ilaçları, antidepresanlar, fabrike haberler medyası, sanal dünyalar ve sosyal medyanın geyik ekranları sayesinde bu durumu gizlemeye çabalıyor; ama başaramıyor. Seküler söylem çıkmaza saplanmış durumda. Demokrasisi diktatör Sisi’ye kırmızı halı seriyor. Aydını ölmelerine aldırmadığı Suriyeli göçmenlerin ahlakdışı karikatürlerini yayımlıyor.
Bir balon düşünün. Aydınlanma ve sekülerleşme gazıyla dolu bu balon irtifa kaybediyor. Safralar atılıyor. Modası geçen, göz kamaştırmayan, umut verme hassasını yitirmiş, değersizleşmiş ideolojiler ayaklar altında. Jakobenizm, Komünizm, Stanilizm, Leninizm, Maoizm, Materyalizm, Pozitivizm ve diğer izm’lerin kıymeti harbiyesi sıfır.
Aydınlanmış yerlerde Rab ve Allah yakan fırınları gördüm. Bacalarından çıkan dumanları soludum. Bacadan çıkan kurumların rüzgârla uçuşup dört bir yana yayıldığını ve memleketimizde insanların giysilerine, yüzlerine ve dillerine yapıştığını gördüm. Kutsal yakıcılara duyulan hayranlık, bunların kaleme aldığı metinlere atfedilen ehemmiyetle formatlanmıştım. İçine doğuştan sokulduğum Matrix’ten sıyrılınca esas portre gözümün önünde açılıverdi. Modernite etkinliğini yitirince yerine postmodern kuleler dikilmişti, ama bacalar tütmeye devam ediyordu. Çünkü üçüncü bir kapı vardı. Selametin yegâne kapısı. Bu kapı dünyanın efendileri için çok lanet bir şeydi. Habis düzenlerini tehdit eden bir selamet eşiğiydi.
Seküler düzen Ortadoğu’da zuhur eden kurtuluşu, selameti Avrupa’da fırınlarda yakmayı denemiş ve ciddi ölçüde başarı kazanmıştı. Eksikli bir zaferdi. İnsanların maddi taraflarını tatmin eden düzen kiliselerin içlerini boşaltmıştı belki, ama Rab kalplerde yaşıyordu. İnsanlar sanal kapı dümenini çözmüşlerdi. Eskisi kadar itibar etmiyorlardı. Asıl Üçüncü Kapı bu nedenle onlar için yana yakıla aradıkları vahadır. Vahanın ne olduğunu dile getirmeden önce modernitenin biri sanrı ürünü olan üç kapısına bir göz atalım.
BİRİNCİ KAPI
Samsa Kapısı
Gregor Samsa malum Kafka’nın ünlü öyküsünün kahramanı. Kendisi bir memurdur. Bir gün ansızın böceğe dönüşür. Böcek olarak kalır ve öyle ölür. Samsa Kapısı’ndan geçiş böcekliğin, modern köleliğin karşılığında Batı’da refah toplumunun ikincil, üçüncül nimetlerini sunar. İpotekli evin, araban, işsizlik sigortan, sağlık sigortan, kaza sigortan ve cenaze masrafları sigortan olur. Açık hava hapishanesinde, kurallar manzumesi içinde yaşarsın. Emekli olunca eğer üst düzey işlerde çalışmamışsan, hele kendine bir ev edinmeyi başaramamışsan boğaz tokluğuna yaşar ve lambayı söndürüp gidersin.
Bunun Türkiye’de bire bir karşılığı var. Ayrı bir konu şeklinde incelenmeye değer. Modernite bütün dünyada olduğu gibi bizde de benzer böcekleşmeyi ve Samsa Kapısı’nı oluşturdu. Natürel oryantalist olan mukallit Batıcıların kahir ekseriyeti bu kapının müdavimidir. Cumhuriyetin ilk evresinde memurdan türetilen elit ve burjuva projesi bu kategoriden insan yetiştirmek için tasarlanmıştı. Oligarşik bürokrasi de böcekleşmeyi yaşam tarzı olarak sunan bir kuluçkaydı. Bazı Altın Böcek statüleri falan yok değildir, ama yanıltıcıdır. Bu Batı mukalliti çakma elitlerin pek az bir kısmı Faust Kapısı’ndan içeriye buyur edilmiştir. Geri kalanlardan kendine ilericilik izafe edenlerin Sözümona Üçüncü Kapı’ya rağbetleri daha çok bu hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır.
Yeni zamanlarda Avrupa ahalisini de esir almış olan aç gözlü küresel finans ağaları Samsa Kapısından geçenleri giderek daha büyük ölçüde elimine etmeye başladı. Buna kendi aralarında dünyanın böceksizleştirilmesi diyorlar. Savaşların, kukla teröristlerin kıyımının, kıtlıkların yanı sıra, GDO’lu gıdalar, rafine şeker, hormonlu besinler, emulgatörler, trans yağlar, kirli su ve havayı haşere ilacı gibi kullanıyorlar.
İKİNCİ KAPI
Faust Kapısı
Faust Kapısı’ndan geçiş farklıdır. Şeytanla yaptığın kontrattaki karşılığı kadar olmak üzere sana dünya nimetlerini daha bol miktarda verir. Prestijin yüksek olur. Şartların gereği bu kesim sayıca diğerinden çok daha azdır. Bunların içinden seçilmiş bir grup daha da üst mertebe olan ve aralarında Yüce Işıltı Odası adını verdikleri ihtişam beldelerinde ağırlanır. Samsa Yolu’ndan Faust Yolu’na sapmalar çok ender ve tuhaf raslantılar sonucudur, ama tersi daima mümkündür. Bulunduğu yeri ve dereceyi sindiremeyenler alt katlara sürgüne gönderilirler.
Faust kapısından girip maddi ihtişamın göbeğine dalmak için artık bizzat Şeytanla görüşüp kontrat imzalamak gerekmiyor. Kontratlar Lucifer’in dünyadaki sağ kolu olan, küresel refahın büyük kısmını mülküne geçirmiş az sayıdaki seçilmişin ittifakla uygun bulduğu o kimse, Tepefaizgöz takma adlı malum zat adına düzenleniyor.
SÖZÜMONA ÜÇÜNCÜ KAPI
Chomsky Kapısı
Modernitenin bu kapısının sabit bir ismi yok. İlk iki kapının adında ittifakla mutabakat olmasına rağmen bu kapı için belli bir isim üzerinde uzlaşılamıyor ve her kafadan bir ses çıkıyor. Buradan bile asılsızlığı belli oluyor aslında. Kapının aynı anda yirmi değişik isimle anıldığı oluyor. Bunlar ilk zamanlarda toplumlara kurtuluşu vaat eden yolları-yöntemleri-sistemleri işaret eden filozof ya da liderlerin adlarıydı. Sovyetler’de ‘Yoldaş Kapısı’ deniyordu bir aralar. Komunist düzende ‘Böcekleşmeden’ söz etmek yasaktı. Sibirya’nın soğuğu isyankâr ruhlu haşereleri dize getiriyordu. Yoldaş Kapısı’nın ılgasından sonra soldan müstafi ateistler bu muhayyel kapıya String, Akıllı Tasarım, Bencil Gen Eşiği, Aziz Raslantı gibi adlar verdiler.
Balondan safralar atıldıkça bu kapı iyice itibar yitirdi. Son zamanlarda dünyaca popüler entelektüellerin adları daha sıkça kullanılıyor. Ben de bu kapıya bir dakikalığına Chomsky adını verdim. Bir orijinalitesi yok. Benden önce sayısız kereler ve daha uzun sürelerle kullanılmıştı. Kullanılmaya da devam edecek gibi. Benim bu ismi şu an için yeğleme nedenim, Chomsky’nin ‘Kürtler birlik olmalı, dağlarından başka kimseye güvenmemeli, eline geçen fırsatları değerlendirmeli.’ sözleridir. Başkaları da var. Çok var, ama bu laf tek başına yeterli.
Sözümona Üçüncü Kapı şaibeli bir yapı. Son üç yüz senede nice boş umutlar yarattı. Samsa Kapısı’ndan geçmek istemeyenler için sahte bir liman oldu. Körleştiren, hedef saptıran, oyalayan bir yığın tezler ve teoriler üretti. Hepsi fos çıktı. Bir çeşit yem borusu. Uyuşturucu yanı da var. Mücadele azmini söndürüyor. Teskin ediciliği pek kısa sürüyor. En yeni malzemeleri üretenler dünyaca popüler filozoflar, bilim insanları. Durmadan yılmadan yeni faraziyeler türetmeye devam ediyorlar.
Bunların en popülerlerinden biri din ile solun füzyonuydu. Kilise maneviyatta, insana dairlikte bütünü kucaklayamıyordu. Aydınlanma maddi sorunları bile çözmede tekliyordu. Birleşirlerse ideal çözüm bulunmuş olurdu. Oyalama, teskin etme, karşılıksız umut yeşertmeden başka bir şey değil. Abesle iştigal. Bir ara sözü ediliyordu. Bugünlerde böyle bir sentezden medet umuyorlar. Yakında ambalajlayıp reklamına başlayabilirler.
Aydınlanmacı seküler ruh zamanında kilise arazilerine elkoymuştu. O zaman ve şimdilerde Avrupa’nın doğusunu ve güneyini (Afrika) sömürüyor. Bu sömürü onun hayat iksiriydi. Ölümsüzlük beratıydı. Sömürü için ötekileştirme şarttı. Ötekileştirmeden burada aşırılaşmış, çok canlar yakmış kötücül bir eylemi, yani ırkçılığı kastediyorum. Bu düzen yüzlerce yıl sürdü. Şimdilerde ömrünün sınırlı olduğu çıktı ortaya. Teklemeye başladı. Seküler balonun sıcak havası kesilince yere vurdu.
Türkiyeli göçmenler Avrupa’da bu fırınlara karşı direndiler. Zaiyat verildi, ama ana gövde teslim olmadı. Bir ara yerde gökte yankılanan ‘entegrasyon’ çığlıkları bu direnç yüzündendi. Aynı anda Türkiye’de bu sekülerin arızalı bir türevinin vesayet şeklinde cisimlendiğini ve kutsalı korumak isteyenlerin ensesinde boza pişirmeye devam ettiğini görüyordum. Bu paralax view, iki farklı bakış noktam beni ayıktırdı.
Bizdeki Batıcı vesayet kumkumalarının üç temel tezi vardı:
1 – Tanrı inancı artık gereksizdir. Bilim onun yerini alacak.
2 – Her türlü gelişimin, devrimin, kurtuluşun anahtarı vesayetçilerin elindedir.
3 – Kutsalı savunanlar silme eblehtir. Onlardan ne han olur ne de hamam.
Memleketimizde solcular bu üçüncü tezi ‘Solcular ilericidir, devrimcidir; sağcılar külliyen gericidir ve her türlü kalkınmaya karşıdır.’şeklinde terennüm ediyordu. Bu tezler son yıllarda hızla hurafeleşti. Şehir efsanesi oldu. Depresyona giren solcularımızın ciddi bir kısmı küresel sermayenin ve sekülerin puslu yamaçlarına sığındı. Dine ve milli duruşa karşı verdikleri mücadelede sürekli olarak hezimete uğradılar. İçlerinde basiretli olanlar mensubu olduğu nezih! azınlık cephesini terk edip halkın tarafına geçti.
2015’te yayımladığım Kayıp Kedi adlı romanımda önde gelen kahramanlardan biri olan eski solcu Cüneyt şöyle diyordu:
“Bir araya geleceğiz.” dedi. “Ortaya yığışacağız. Dindarı, dinsizi, ayyaşı, liberali, solcusu, deisti, mütedeyyini ve EYAM’ın, En Yeni Asgari Müşterek’in bütün aykırılıkların, benzeşmeyen, örtüşmeyen alanların üstünde olduğunu göreceğiz. Nedir bu?”
Deniz’in güzel ve elemli gözleri merak doluydu. “Nedir?”
“Anadolu, bütün dinlerin beşiği olan bu toprak bütün dünyaya yeni bir ahlak dikte edecek. Artık din, dil, ırk, mezhep farkı çatışma nedeni olmayacak. Vahşi kapitalizmin etki alanından çıkılacak. Faiz sıfırlanmadan emek değerlenmez. Fakirliği yüceltme yerine kanaat ve bereket diyen, huzur tanımında inancın damgası bulunan bir sol bekliyorum. Seküler bir dünya cehennemindeyiz şu anda. Bundan çıkılacak. Maddiyat ve maneviyat ikili sarmal gibi olacak yeniden. Maddi dünyayı kullanımda bir sınır bulunacak. Ahlaki bir sınır. Çok ideal bir söylem, biliyorum. Saf bir yanı da var belki. Özellikle bu konjonktürde. Süleyman Tapınağını üçüncü kez inşa ederek Armageddon’u başlatma, tanrıyı kıyamete zorlayarak The Mehdi’ye davet çıkarma fikrinden çok daha olgun, gerçekçi ve insansever bir fikir ama.”
Kayıp Kedi – 2015 – Kırmızı Kedi Yayınları
Seküler burjuvazi Afrika’da ve Orta Doğu’da savaşları kasıtlı olarak sürdürüyor. Kendi seçtirdiği, silahlandırdığı diktatörleri kolluyor. Avrupa’da güvenlik önlemleri nedeniyle demokrasinin güç kaybetmesine aldırmıyor. Savaşlardan türeyen milyonlarca mültecinin kaderi ise onu hiç ilgilendirmiyor. Gaspla edindiği finans gücünü sürdürmekten başka bir şey düşünmüyor. Şu anda ateşin direkt olarak dokunmadığı yerlerde oturanlar yakın gelecekte ortaya çıkacak olan büyük felaketi görüyor. Sol formatlı ünlü liberal düşünürler bu felaketin esas müsebbibini asla merkez mesele olarak ele almıyor. Bahislerini ederlerse bu, sade suya tirit kabilinden ve anlamları bulanık cümlelerle oluyor. O yüzden asılsız üçüncü kapıya adlarının verilmesi fevkalade hakkaniyetli oluyor.
Dünya ahalisinin hangi dinden ya da görüşten olursa olsun daha yaşanır bir dünya telakkisi temelinde, asgari müşterekte bir araya gelinmesi gerektiğini hiç bu kadar derinden hissetmedikleri bir devirdeyiz. Bu bir ihtiyaç. Asıl Üçüncü Kapı bu ihtiyaca cevap verecek yegâne yapıdır. Ayrıca bu kapı hiçbir kültüre de yabancı değildir. Çünkü İslam bilimi modernitenin en ciddi bileşenlerinden biridir. Hakkı yenmiştir.
2005 yılında ‘Beşinci Sütun’ adlı bir deneme yayımlamıştım. Dört sütun üzerine oturduğu addedilen Avrupa – Batı kültüründeki eksik sütuna değiniyordum. Roma, Yunan, Hırıstiyan, Musevi sütunlarına İslam kültürü sütununu ekliyordum. Avrupa uygarlığında İslam bilim ve kültürünün, romandan şiire, haritadan usturlaba, mimariden tıbba, kimyadan fiziğe katkısı olmadığı hiçbir alan yoktur. Başta büyük âlim Fuat Sezgin olmak üzere bu alanda verilen eserlerle Beşinci Sütun’un varlığını inkâr yolu sonsuza dek kapanmıştır.
Yeni zamanlarda Batı’da ve geri kalan dünyada ‘BBHH, Bencil Birey- Hızlı Haz’ hattı çok revaçta. Bu düşüşe hangi yapı dur diyecek? Sözümona Üçüncü Kapı düşünürleri çözüm değil oyalama reçeteleri sunuyor. Batı yapımı bir kıyamet beklenirken bunlar vahim durumu maskeleme işlevi görüyor.
Kilisede var kalan kutsal yoğunluk, seküler kültürdeki birikim hayatın anlamının bütünüyle insanın ufkunda belirmesini sağlayamıyor. Çünkü kutsal yakan fırınlar inanç ve değerleri küle çevirdi. Külden yeniden doğulamıyor. Bunun için bir tılsım lazım. Ünlü felsefe taşından daha felsefik bir taş. Ancak Asıl Üçüncü Kapı bunu sağlayabilir.
Bu vahanın model olması ihtimali Seküler Burjuvazi için çok tehlikeliydi. Bu nedenle gnostik zarla ambalajlanmış şekilde topyekün geliyorlar. Amaçları bütün dünyayı selamete kavuşturabilecek Hayırlı Kapı’yı yıkmak. Yıkamazlarsa gözden düşürmek, karalamak ve inandırıcılığını zedelemek istiyorlar.
ÜÇÜNCÜ KAPI
Dindar Kulların Selamet Kapısı - HAKİKAT
Üçüncü Kapı bize peygamber efendimizin araladığı ve emanet ettiği kapıdır. İrfan ve hikmete verdiği ehemmiyetle Matüridîlik Batı akılcılığını sollamıştır. Modernite üstü bir mertebedir. Şimdi yapılması gereken bu cevheri yeni bir medeniyet telakkisi şeklinde modellemektir. Modelleme yapılamazsa bu hareketin karakteri yerli yerine oturmaz. Zamanla dağılmak, zayıflamak mukadder olur.
Ya yaradana kul olunacak ya da modern böcek köle olunmaya devam edilecek. Kul hakkı ziyası ile Lucifer’in hayırsız ışığı arasında seçim yapılacak. Tabiata ve maddi yapıya yeni bir gözle bakılacak. Küresel Merhamet - Vicdan, Hoşgörü ve Hakikat temelli, muhtevasında ekonomiyi yeniden değerlendiren bir modele bütün dünya aç. Hasretle bekliyorlar.
Kapının düşmanı malum cephe var gücüyle bunu engellemeye çalışıyor. İçerideki işbirlikçiler ve kıt bilgili enteller buna destek veriyor. Bu eşsiz modelin dünyaya sunumu İstanbul’dan yapılacak. Dan Brown’ın Inferno’sunda cehenneme açılan kapının İstanbul’da olduğunun yazılması boşuna değil. Kimin adına kaleme alındığı belli. Deli gibi çırpınıyorlar. Panik içindeler.
Yeni model din, dil, ırk, inanç ayırmadan, ortak bir selamet kuramının temel bileşeni, belki de çekirdeği olacak. Seküler burjuvazi bunu biliyor. İçimizdeki yerleştirilmişlerle, devşirilmiş, gözleri kamaştırılmış adamlarıyla bunu engellemeye çabalıyorlar.
Bu hayırlı kapıdan feyz almış bir modelin ilânı er ya da geç Sıfırıncı Meridyen’den, İstanbul’dan yapılacak. Benim inancım ve temennim budur.
Balçova- Ocak 2016
*
BALONLU VADİ
Sabahın ilk ışıkları modernitenin en ihtişamlı göğünü aydınlatırken Balonlu Vadi bir anda ayaklarımın altında beliriverdi. Bu muhteşem yapıyı böylesine yakından görmek her zamanki gibi yüreğimde bir sıkıntı yarattı. Boşayaşanmışlık ve geridönüşsüzlük duygularım depreşti.
Balonlu Vadi, sıradan bir dağın denize doğru ilerlerken çatallanan ve giderek alçalarak yok olan kısmına verilen isim. Dünyaca çok ünlü bir yer. Yedi yüz metre boyunda en derin yeri iki yüz elli dört metre olan vadinin birbirine bakan iki yüzünde bin beş yüz kadar heykel var. Üç metre yüksekliğindeki bu yüzlerin kesin sayısı belirsiz. Çünkü bazıları görünürde nedensiz kendi kendine yıkılıyor, ufalanıyor ve sonra zaman içinde yeniden yapılanıyor. Bunlar bin iki yüzün altına inmiyor, bin sekiz yüzü de geçmiyor. Bu nedenle toplam sayıları ortalama bir rakamla telaffuz ediliyor.
Başımın üstünde sayısı asla kesin bilinmeyen bir balon göğü bulunuyor. Genellikle pastel renkli, ağır başlı gri olan balonların çeşitliliği başdöndürücü. Zeplinler, meteoroloji balonları
turistik balonlar, tırtıl boğumlu balonlar, kalpli balonlar, tavşan balonlar, nazar boncuklu balonlar, sedefli metalik balonlar... Küme küme, hevenk hevenk, öbek öbek balonlar… Happy Balloons, Gamlı Balonlar ve Depresif balonlar. Cesametleri de çok farklı. Neredeyse bir futbol sahası büyüklüğünde olanları, kruvazör gibi salınanları var. En küçükleri de bir çöp konteynırı kadar. Küçükler alçakta, büyükler daha yüksekte salınıyor. Yükseklik otuz metreyle altı yüz metre arasında değişiyor.
İnsanoğlu mağaradan çıktığından beri boş gökyüzü görmemiştir. Mağaradayken gölgelerini gördüğü şeylere model duran balonları hemen bağrına basmıştır. ‘Bu balonları görüyorum o halde varım.’ ‘Var olduğum için bu balonları görebiliyorum.’ Birbirini tamamlayan iki çıkarsama gibi algılanırken, bir üçüncüyle; ‘Balonlar olmasa olmazdık’ fikriyle çelişkili bulunmuyor.
Bulunduğum noktadan aşağıya vadinin en derin kısmına inen merdivenler var. Oradan alışık adımlarla en aşağıya indim. İki yanımda taş yüzler denize doğru uzanıyor. Tam tepemde Hümanizm, Demokrasi, Yeni Dünya Düzeni ve Evrensel hukuk balonları duruyor. Gri metalik boyalı zeplin formundalar. Yarım kilometre yukarıdan bile heybetli görünümleri var. Evrensel Hukuk’un hemen yanında Batı tezgâhından çıkma Ilımlı İslam balonu duruyor. Hilal biçimi verilmeye çalışılmış, ama zamanla deforme olduğu için balığa benzetilmeye çalışılmış bir krouvasanı andırıyor. Bu balonlar sürekli bakım altında olmasına rağmen görünüşleri bayağı perişan. Formları bozulmuş, yamalarla yüzeyleri çiçek bozuğu gibi olmuş durumda. Her taraflarından ipler, teller, kablolar sarkıyor.
Metafiziksiz evrensellik balonu en hacimli olanı. Elipsoid formunda. Yaşı tartışmalı, ama 150 diyenler baskın. 1009 kez yamanmış. Yaptığı helyum masrafı müthiş. Bu balon Yeni Dünya Düzeni için çok önemli. Masraftan kaçınmıyorlar.
Bazı münafıkların İngiliz tarikatı dedikleri Kemalizm balonu darbeci ruh ve vesayet gaz kestikçe çok hırpalandı, ama iç ve dış bakımcılar harıl harıl tamiratla meşguller. Köln’deki Dom Kilisesi gibi her an bir yeri patlıyor, sökülüyor. Üç vardiya tamirci ekibi hazır bekletiliyor bu nedenle. Bu eski Türkiye anlayışının en gözde balonu hâlâ havada. Sayısız yama, dikiş, gaz yenileme, yapıştırma işleminden geçti. Çıplak gözle dahi görülebiliyor. K, E ve L harfleri iyice silinmiş altında İ,S ve T biraz dikkatli bakınca seçilebiliyor. Yine de bu manzaradan huşu duyanların sayısı azımsanmayacak miktarda kalmaya devam ediyor. Bu hummalı algı yönetimi çalışması diğer balonlara da yapılıyor.
Her ülkenin balonlu vadisi var. Türkiye göğünün dünyadaki en renkli ve çeşidi bol balon göğü şeklinde bir namı var. Türkiye dünyada rakipsiz bir numara. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte bazı balonlar devralınmış ve yanına yenileri eklenmişti. Bu eklemedeki şehvet, gayret, fütursuzluk, cehalet ve teseffüh etmişlik bunu öğrenenlerde hâlâ şok yaratmaya devam ediyor. Trajik başarı diyenler çoğunlukta. Küresel ölçekte aydınlar arasında ittifakla kabul ediliyor. Toplum mühendisliğinin, oryantalistleştirilmişliğin şaikası deniyor. Müesses Dünya Düzeni’nin diğer göklerdeki payları da az buz değildir, ama Türkiye anlam göğü baş eserleridir. En haşmetli balon müzesi diğer yandan. Sanal bir müze. E- Turistik cazibesi büyük. Ünlü bir tarihçinin ‘Churchill’in en büyük mirası Türkiye göğünün bu monadik zihinle kurulmuş muhteşemliğidir’ demesi kibrin yanısıra bence adil bir beyandır.
İçerde bu konulara değinenlere yakın zamana kadar zorba yaptırımlar uygulanırdı. Bunun yanısıra küçümseme, alay etme, görmezden gelme, yok sayma cinsinden yıldırtıcı teknikler uygulanıyordu. Zaman değişti. Şu anda balonlu vadinin kurucu ve yaşatıcı aydınları haricindeki entelejansiya asıl gerçeği görüyor, yılmıyor, karşı çıkıyor, bunu küresel bir model şeklinde sunmak için çabalıyor.
Dikili Prestij Taşı
Bu vadinin yapılmasında emeği geçenler için dikilmiş bir taş var. Vadinin denize yaklaşıp bittiği yere dikilmiş. İstanbul’daki Dikili Taş benzeri, ama dört katı büyüğü. Üzerinde hiçbir işleme, sembol ya da motif yok. Göğün zengin ve yüklü görünümü nedeniyle bu gereksiz. Dikili taşın anlamı göğün kendisi. Taş sadece orayı işaret eden bir parmak gibi.
Bazılarının istihza ve küçümsemeyle Çıfıt Ufku Dikeltisi dediği bu dikili taşa Gurur Taşı, Dikili Prestij Taşı deniyor. Bu sonuncusunu hakkaniyetli buluyorum. Modernitenin zafer anıtıdır. Böyle bir sonucu alabilmek için üstün bir akıl, inanç, inat, plan, para ve gayret gerekiyordu. Bunca zamandır balonların helyumunu kimin temin ettiğini araştırmak bile tek başına öğretici, zihin açıcı etki yapabilir.
Eski Ahit dünya üzerinde tümüyle yok olsa, zihinlerden de bilgisi silinse, Türkiye göğünden hareketle harfi harfine tekrar yazılabilirdi diyenler var. Bana abartma gibi geliyor, ama gerçek payını da görebiliyorum tabii. Buna karşı çıkanlar ‘böyle bir şey asla olamaz’ şeklinde bir tavır sergilemiyor, Almanya, İngiltere, Hollanda, İspanya ve Fransa göklerinin de bu yazıma pekâlâ temel ve başlangıç alınabileceğini iddia ediyorlar. ‘ABD göğü, Amerikan Dolarının hermetik bir türevidir’ şeklinde bir sözle okyanus ötesinden de şevkli bir iddia yükseliyor.
Balon Fermanı
Vadidedeki sınırlı gökyüzü erişime açık değil. Balon envanteri sıkı bir denetimde. Serbest girişime izin yok. Göğe lisanssız balon salınamıyor. Lisans işi çok netameli. Bazen minik bir balon salmak için yıllarca beklemek gerekiyor. Salınan balonların bakımı çok masraflı. Gökyüzünde balon barındırmak kolay bir iş değil açıkçası.
Lisanssız girişimler vesayetin dişleri tamken şiddetle karşılık buluyordu. Modernitenin Türkiye’ye özel olarak tahsis ettiği balonlu gökyüzü hakkında eleştiri yapmak, söylemek ve yazmak cezaya tabiydi. Hapis, para cezası, işsiz, aşsız bırakma şeklinde müeyyideleri vardı. Balon eleştirileri yazarları dokuz köyden kovuluyordu. Dokunulmazlığı olan bir alandı. Artık eskisi gibi değil. Hınçları baki, ama mazideki güçleri yok. İplikleri pazara çıktı.
Bugünlerde lisanssız, ucuz, kısa süreli balon girişimleri tonla. Bunlara kurulu düzen tarafından Taciz Balonları dense de halk arasındaki ismi Hür Balonlar. Bu yakınlarda üstad şairin ünlü şiirinden iki mısranın yazılı olduğu uçan pankart tipli bir yöntemle göğe yükseltildi.
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkilap.
Uçan pankartlar on metreye iki metre ebatlarında vinilden yapılmış hava yastıklı bir pankart. Renkleri genelde lacivert olduğu için beyaz harfler kullanılıyor. İki küçük balon yardımıyla yükseltilen bu afişler eskiden yere iple sabitleniyordu. Bu pek pratik bir şey değildi. İp kopunca uçup gidiyordu. Şimdilerde mini motorlu balonlarla belli bir irtifada tutulabiliyor.
Bu balon için daha önce hiç denenmemiş bir yer, göreceli bakir bir koordinat hedeflenmişti. No Pasaran ile Rapor 46 Balonlar’ı arasındaki boşluk uygun bulunmuştu. Yerden seksen metre kadar yukarıda olduğu için şiir yakınlaştırmadan okunamıyordu, ama sosyal medyada ‘falanca balonumuz yerini aldı’ şeklinde tanıtımı yapılıyordu. Bu etkili oluyordu. Neyse bu balon tahmin edilenden çok az asılı kaldı ve uzayın derinliklerine doğru emildi gitti. Daha önceki tecrübeleri doğrulayan bir şeydi bu. Modernitenin bize tahsis ettiği alanda sadece kendi fabrike doğrularına barınma alanı var.
Buna en iyi örnek genelde Vesayet Kümülüsü denilen ceberrüt kenetlenmelere, kem hevenkleşmelere ses çıkartılmamasıdır. Üstün Akıl Işıltısı, Faiz Lobisi Gaybubeti, Paralel Gladyo Gölgesi, Gayri Milli Medya Komedyası, Ilımlı İslam Hidayeti balonları bir araya gelip bir balon cephesi kurabiliyor. Bunlara yukarıda adını saydığım bir sürü balon da katıldığı için dev bir yapı oluşturuyorlar.
Dejenere muhafazakârların halleri malum. Bir kısmı muvazı örgütlenmelerde, balon üfürücülüğü yaptı. Zıtları gibi lanse edilen herkesle işbirliği yaparak tektip ahlaksızlık sergiliyorlar. Bu yoldan gidenler dinlerini, ülkülerini ve gelecek vizyonlarını yitirerek bedbaht oldular. Balonları havada, taş yüzlü aydınları vadide.
Neyse ki, şartlar artık eskisi gibi değil. Alan Anomalisi denen bölgeler var. Burada göğü parsellemiş olan takımın borusu eskisi gibi ötmüyor. Vesayet Kümülüsü ne kadar gayret ve şevkle tek parça durmaya çabalasa da ana gövdede ayrıklar, kopmalar oluyor ve arkada hilal olanca haşmetiyle ışıyor.
Balon Lotosu
Göğü dolduran balonların bir anda çöküşü şeklinde sayısız kehanet mevcuttur. Yükselen şeylerin düşebileceği fikri çok kelime türetiyor. Bu aykırılığın, hatta kavranamazlığın cazibesi müthiş. Distopik ilhamları harekete geçiriyor. Kehanetlerin yanı sıra bahislerin, buradan hareketle bir çeşit kumarın, lotonun ortaya çıkması kaçınılmazdı. Nitekim öyle oldu.
Bahisler gırla gidiyor. Sona kalacak 10 balon listesi. Armageddon balonu birçok listede en üst sırada durmaya devam ediyor. En sona kalacak balon için büyük ödül var. Düşen balon bahisleri haliyle ilegal. El altından sürüyor. İlk düşecek büyük balon tahminleri zamanla değişiyor. Konjonktürel çalkantılar listeleri etkiliyor.
Sovyetlerin yıkılmasından sonra derecelenmeler değişti. Sapır sapır yere dökülen, güç bela müzelik etiketiyle yükseltilen, az da olsa hâlâ taraftar çekebilen Maoizm, Stalinizm, Troçkizm balonları zamanında liste başıydılar. Şimdilerde Vahşi Kapitalizm, Neo-Liberalizm, Metafiziksiz Evrensellik balonları da zaman zaman liste başlarını görmeye başladı. Hümanizm, Liberal Kutuplaştırma ve Kemalizm Balonu ise ilk 10’dan hiç eksik olmuyor.
Listelerde şaşırtıcı yenilenmeler oluyor. Yeni Dünya Düzeni balonu bugünlerde listelerde alt taraflarda da olsa yer almaya başladı. Bir ara şuralarda büstü olan bir yazardan ilhamla göğe salınmış ‘Yunanistan Kadar Bile Olamıyoruz’ balonu artık listelerde yer almıyor. Düşmüş, kalkmaz kabul ediliyor. Oysa komşu ülkenin başbakanı ziyarete geldiğinde ona teleskopla gaz tenekesi kadar küçülmüş, pörsümüş ama hâlâ havada duran balonu gösterdiler. Misafir başbakanın gözyaşlarını tutamadığı haberlere çıktı. Muhalif medya bunu başbakanın gözüne toz kaçtı şeklinde çarpıtsa da Düşen Balon Listeleri istatistik gerçekleri söylemeye devam ediyor.
Balon lotosundan para kazanmak için balonların fiziki çöküşünün gerçekleşmesi gerekmiyor. Listeleri doğru tahmin edenler paraları bölüşüyor. Örneğin geçenlerde test için 20 liralık loto oynadım, 80 lira kazandım. Listelerin medyadan ve konjonktürden etkilendiğini söylemiştim. Düşen Balon listesindeki elli küsur başlıktan onunu işaretledim. Muasır Medeniyet Ferahlığı, İkinci Cumhuriyet, Verkurtulizm, Anarko Sol Kurtuluşu, En Hakiki Mürşit İlimdir, Yurtta Sulh Cihanda Sulh, İlke ve İnkilap Cenneti, Hümanizm, IMF Velinimettir, Cami ile Kışla Arasında ve Asgari Müştereksizliği Ayarlama Enstitüsü balonlarını işaretlemiştim. 20 lirayla en çok 100 lira kazanılabildiği düşünülürse tahminlerimdeki isabet hiç de fena değildi.
Taş Yüzlü Enteller
Taş yüzlü suretler, eski düzenin, çürümekte olan statükonun entelleri, balonları havada tutan aslında bunların zihinsel gayretleri. Tamam, helyum yurt dışından geliyor, ama esas kaldırıcı güç bu entellerin eseri. Onlar olmasaYeni Dünya Düzeni’nin balonları gökyüzünde tutunamaz.
Bazıları hemen tanınıyor. Mesela şu hemen sağımda biraz uzansam burnuna dokunabileceğim heykel ünlü bir köşe yazarına ait. Henüz sağ. Düşen balon listelerindeki balonların az bilinen hikmetleri üzerine yazmaya devam ediyor. Sık sık ‘Sonu Menderes Gibi Olacak’ demesine rağmen okuru ve inandırıcılık gücü giderek azalıyor. Bunun bilmenin hırçınlığıyla kabalaşarak ses getirmesini umduğu sövgülere bel bağlamış durumda. ‘411 El Kaosa Kalktı.’ ‘Bölgeye duble yollarla şiddet götürülmek isteniyor’, ‘Demokrasi olmadan çözüm olmaz.’ mealli fikir üreten yazarlar da aynı durumda. Zamanın ruhundan nasipsizliğin verdiği hırçınlığı sergiliyorlar.
İşledikleri kabahat ayyuka çıkınca yurt dışına kaçan medya mensuplarından en tanınmış olanın sureti burada. Sağ yanağında sarı bir damga var. Üzerinde ‘yeri mahfuz’ yazıyor. Yani bedeni sınır dışında olsa da niyetiyle göğe katkısı sürüyor. Onun hemen yanında bu yakınlarda ispiyonajla suçlanan gazetecinin sureti duruyor. Sağ yanağında küçük bir sarı leke var. Damga değil. Damga renginde ama. Buradan bu kimsenin yakında kaçacağı sonucunu mu çıkarmalıyım, kestiremedim. Belki sadece niyetinin rengidir o leke.
Çöken balonlar helyumla şişirilip yükseltiliyor. Buna teknik terimle ascending diyorlar. Kutsal bir yükselme addediliyor yani. İtibar kaybına karşı cansiparane çabalıyorlar. Varlık nedenleri çünkü. İşleri zor. İtibar yitimi müthiş. Öngörülenin çok üstünde.
Medya mensupları, akademisyenler, yazarlar, çizerler, sinemacılar, mizahçılar, sanatçılardan bu işe hevesli, aklı celbedilmiş olanların belli başlılarının taş suretleri bu vadide. Çoğu sağ ve belli bir popülariteye sahip. Ölenlerin suretleri namları sürdüğü sürece yerinde kalıyor. Çünkü balonları havada tutan sistemin bundan başka bir şeye ihtiyacı yok. Nefes alıp verme, yellenme ve esneme gibi ayrıntılarla ilgilenmiyor.
Bu taş suretlerin arasında gezinmenin meraklısı değilim. Nefsi terbiye edici buluyorum o kadar. Burada sadece balonları havada tutan heves yok. Zıt duygular da gani. Örneğin şu Duvara Bişey filminin yönetmeninin yüzündeki ifade kalbimi yırtıyor. Bir yanı pişman. Çok pişman hatta. Yaptığı o filmle ünlü Entegrasyon Balonu’na ne denli yükselme gücü verdiğini artık biliyor. Aldığı onca övgü ve ödüle rağmen yüzünden okuyorum. Gittiği yoldan dönecek gücü bulamamanın acziyle kıvranıyor. Bu taş yüzlere baka baka bir hassasiyet kazandım. Ruh karmaşalarını hissediyorum. Empati duyuyor ve kardeşlerim için dua ediyorum.
Entegrasyon Balonu doksanlardaki ve ikibinlerin ilk on yılındaki itibarına sahip değil. Millet uyandı. Eskiden ‘Köylüler, taşralılar gitti bizi Avrupa’da rezil etti’ diyen OM’ların, yani Oryantalist Müptezeller’in sesi eskisi kadar duyulmuyor. Artık seksenler, doksanlarda değiliz. İşin aslı artık belli. Entegrasyon Balonu bakımsızlıktan irtifa kaybetmeye başladı. Geleneğin yerine moderniteyi ikame etme icraatı geçmişteki başarısına rağmen eskisi kadar şak şak almıyor. Onunla yan yana duran İslamofobi Balonuysa süper güçlerin gizli servislerinin kurup, kullandığı DAEŞ, El Kaide, Boko Haram cinsinden terör örgütleri ve bunların destekçileri sayesinde eski seviyesini koruyor.
Porselen Yazarlar
Beni en çok etkileyen bölüm Porselen Yazarlar. Onlar zamanında kendilerine çeşitli sıfatlar uygun görmüşlerdi. Hiçbiri tedavülde değil artık. Bunların en önde gelenleri, sadece en iyileri değil, isimleri en çok geçenleri yüz küsur sayıda taş suretle kıyıya yakın bölümde karşılıklı yer alıyorlar. Taş suretlerin yüzleri ince bir porselen tabakasıyla kaplanmış gibi pürüzsüz olduğu için bu adın verildiği söyleniyor. Muhalifler bunlar için Proje Yazarları deyimini kullanıyor. Bu da epey revaçta.
‘Başörtüsü gericiliktir’ sözüyle ünlenmiş bir kadın yazarımızın sureti, ‘Ben rakımı Boğaz’a karşı içmek istiyorum’ diyen o malum yazarla yan yana. Bunlar ve benzerleri balonlu göğün altındaki en gayretli balon üfürücüler. Bu kimselerin bilinçleri yerindedir. Burada heykelleri olanlar ne yaptığının farkında olanlardır. Bilinçsiz kuklalara taş suret tahsis edilmez. Çünkü hesaplı kitaplı iradeyle beslenen niyet çok güçlü bir yükselticidir.
Batı’nın Türkiye’den moderniteye alternatif, oradan türeyerek aşanı da dâhil olmak üzere bir model talebi olmadı. Bunu asla istemez. Tıpatıp kendi kesilmemizi de istemez. Kadromuz varyant şeklindedir. Bundan kasıt Türkiyeli felsefecilerin, düşünürlerin, yazarların ve sinemacıların modernizme geçişlilik kazandıran, ömrünü uzatan, hayat öpücüğü veren eserler vermeleridir. Bir uşağın ara sıra efendisinin taklidini yapması kabilinden hani. Ayrıca eleştiriye hiç tahammülü yoktur. Hemen küsüp o zatı yoğa yazar.
Yurt dışından ödül ve övgü alan yazarlarımızın eserlerine bakarsak bunu hemen görürüz. Oryantalizm parfümlü, bize has Batı gözlüğüne sahip, yerli malzemeye Batı bakışıyla geçişlenme izafe eden, New Age’e islamik-mistik posa kabilinden malzeme sunulması, mutant bir aşk, yani kiraz yerine çekirdeğinin çiğnendiği romanları görürüz. Posmodernizme mukavet edilemezliğin kabul ve ısrar metinleridir bazıları.
Mor Külah
Bu alanda en uygun eserleri verenlerin suretlerinde mor külahlar bulunuyor. Yabancı dilde türkiş turistik-mana romanı yazarının külahı en uzun olanı. Ülkesinde ecnebileşmiş, kültüre turistleşmişlere de huşu hizmeti veriyor. Kendinin en has proje olduğunu her an belli ediyor. Böylelikle en büyük Batı ödüllerini fazlasıyla hak ediyor, ama vermeyebilirler. Bu külahla yetinmek zorunda kalabilir. Çünkü sürekli olarak prestij yitimi yaşıyor. Muvazılığı, porselenleştiği her yerde söylenir oldu… Aslında bir ödül moraline ve krikosuna çok gereksinimi var, ama bakalım. Bilinmez tabii.
Ülkesini dışarıda şikâyet etmek koşuluyla bu popüler romancılara Batı medyası ve kurumları tarafından mor külah giydiriliyor. Bu işe teşne yazarlar külahlı olmak için çabalayıp duruyor. Külah Prestiji diye bir terim bile mevcut artık. Bu konuda o kadar azıtanları var ki, ‘Külah ufkundayım, mahmurum, hiç uyanmasam yar sana’ mısraıyla başlayan şiir yazanları bile var.
Kafkaeskileşmişlik
Kafka’nın kendi sorunlarını direkt olarak dile getirmemesinden kaynaklandığı iddia edilen bir terim var. Kafkaesk, endişe ve karamsarlık anlamına kullanılıyor. Eski Türkiye’nin jakoben formatlı aydınları şu anda iyice kafkaeskleşti. Esas dertlerini dile getirme yetilerini yitirmiş gibiler. Sorunlar üzerine sorunlu metinler yazıyorlar. Karakterden helyumlaşma hali yaşıyorlar.
Balonlu Vadi’de suretleri olan entellerin bir kısmı belli alanlarda yetenekli olduğunu kanıtlamış kimseler. Kimsenin becerisini, çalışkanlığını ve sebatını görmezden gelmiyorum. Asla küçümsemiyorum. Verdikleri eserler çeşitli derecelerde kaliteye sahiptir. Bunların bir kısmı geleceğe de kalacak. Lafım bu tarafa değil anlaşıldığı gibi.
Entelhempalaşma
Ahlaken defolu olmayı, halkın yanında durmak yerine dıştan kumandalı bir elit kesime yaslanmayı eleştiriyorum. Gezi olayında ve sonrasında bu zatlar yerlerini ve renklerini açıkça belli ettiler. Ağızları basın özgürlüğü, hukuk, insan hakları, demokrasi cinsinden laflar eder, ama ciddiye alınamaz. Bunlar derece derece mahalle baskısı yanlısı, ödlek, kripto demokrat, tutkun statükocu, görünürde liberal, solcu falandırlar. Neoconların, Üstün Akıl’ın, Derin Avrupa’nın rotasından çıkamazlar.
Bazıları milli ve manevi değerlerden iyice kopmuş, Batı kültür potasında erimiş, oradaki muhtevayla hemhal olayım derken cüruflaşmış entellerdir. Pozitivist, sosyal Darwinist takılırlar. Nekrofil fikir mezarlığında gezinmeyi severler. Yaşarken mevtalaşmışları, zombilektüelleşmişleri mevcut malum. Tarih bilincinden yoksunluk çekmeyi mahalleye sadakat olarak nitelendirirler. Ülkesinden nefret eden, her fırsatta yabancı medyaya asılsız şikâyetlerde bulunan zatı muhteremdirler. Karikatür krizlerinde ifade özgürlüğü sevdalısı maskesiyle karakültürleştirme polenleri salarlar. Ülkelerinde zor hayatları varmış numarası çekerler. Gizli açık terör destekçileridir. Savcı Mehmet Kiraz cinayetine teröre terör diyemediler örneğin. Özhendek girişimleri ve şehirlerde patlayan bombalar için verdikleri tepkiler de malum. Bazıları susarak, bazıları da çirkin mesajlar yayınlayarak bu eylemlere iştirak etti. Ahlaken düşkünlüğün en alt noktasını sergilediler.
Klonladıkları gençleri suretleri dikilecek şeklinde tavlıyorlar. Hempalaştırıyorlar. Entelhempalık epey revaçta. Kültürel iktidar bunları kucaklıyor, ödül veriyor, arpalık sunuyor. Taş suretleri de bu vadiyi süslüyor.
Bir yanları arızanın, çıkmazın ve gidişatın farkında. Bunu alkol, kafa ilacı, şehvet, tüketim ve erken bunama yöntemleriyle görmezden gelmeyi pekâlâ başarıyorlar.
Dijital Yapı
Bazı ipuçlarından anladığınız gibi Balonlu Vadi dijital bir yapı. Esas dünyayla bire bir örtüşüyor. Burada görünen her şeyin dış dünyada karşılığı var. Yeni Dünya Düzeni’nin balonlarını havada tutan, yaşatanlara ait bir model temelde.
Helyumu ve ağır tamir masraflarını karşılayanlar bu modelin elden geldiğince uzun süreli olmasını istiyorlar doğal olarak. Vadide suretini sergilemek isteyen çoğu vasat yetenekli kimseleri devşirmeye devam ediyorlar.
Vadi ziyareti muhalifler de dâhil herkese açık. Sistemin kapasitesi müthiş. Aynı anda yüz milyon izleyici birbirlerini görmeden, fark etmeden bir araya gelebiliyor. Sadece burada taş sureti olanlar gelip vadiyi ziyaret edemiyor. Bunu baştan biliyor ve yeni zamanların böylesine muteber yerinde bir yüz kalıbına sahip olduğunu bilmenin prestij, gurur ve vicdan yüküyle idare ediyorlar.
Böyle devam edecek. Bazı balonlar gökyüzünden silinecek, ama Küresel Müesses Düzen derhal yenilerini ikame edecek. Bu arada gökyüzündeki balonsuz alan büyüyecek, hilal ve yıldızlar yeniden görünür hale gelecek inşallah. Taş yüzlü suretlerse varkalmaya devam edecek. İnsanoğlu mağaradan çıktığından beri boş gökyüzü görmemiştir.
Balçova – Mart 2016
*
KEHANET
Yuval Noah Harari’nin Homo Deus – İnsan Tanrı – Yarının Kısa Bir Tarihi adlı kitabı üzerine bir inceleme
Yuval Noah Harari 1976 doğumlu İsrailli bir tarihçi. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde Beşeri
Bilimler Fakültesi Tarih bölümünde dünya tarihi dersleri veriyor. Ünlü Sapiens (2011) adlı kitabından sonra Homo Deus – İnsan Tanrı (2015) adlı dünya çok satanlar listesine giren kitabının Türkçe çevirisi bu yılın başında basıldı.
2045’te tamamlanması öngörülen Avatar Ölümsüzlük Projesini, insan zihninin bir buluta bağlanarak ayaklı bilgi deposu haline getirilmesini, bedenin nanoteknolojiyle hastalıklardan arındırılmasını Humanity 2.0 - İnsanlık 2.0, Singularity - Tekillik kavramlarını, Ex Machina (2015) adlı filmde yaratıcısını öldürerek laboratuvar ortamından kaçan robot kızı da bir arada düşünün. Otuz yıl içinde insandan bin misli daha zeki olacak yapay zekâyı ve biraz George Orwell’ın ünlü 1984 romanı atmosferini hatırlayın. İnsan Tanrı – Yarının Kısa Bir Tarihi kitabı bu ortamın ürünü. İnsanlığı yarınlarda bekleyen akıl almaz gelişmelerden söz ediyor. Bunun yanı sıra Homo Sapiens’in geçmişi, tarih, siyaset, evrim teorisi, modernite, kapitalizm, hümanizm, dinler vb. de ana meselenin bileşeni durumunda.
Otodidakt Bir Genç Yazar!
Homo Deus – İnsan Tanrı kitabını notlar alarak okudum. İlk intibam metni canlı, renkli, ilginç ve merak çekici kılmak adına bir tarihçinin bilgi sınırını çok aşan çeşitlilikte bir malzemenin yer yer özensizce çatılmış olduğuydu. Kitap bilişsel bilimlerin önemli kavramlarının başlıcalarını ustalıkla ele alıyor, ama bu kitabın yaptığı toplam etkiyi çok etkilemiyor. Özellikle iktisadi ve siyasi konulardaki acemi işi kestirimleri, Müslümanlara karşı takındığı hasmane tavır ve kasıtlı cahilliği kitabın kalitesini düşürüyor.
Metnin cazibeli yanlarının yanı sıra yazarın özensizliği, dağınıklığı, yüzeyselliği sayısız eleştirmen tarafından dile getirilmiş durumda. Anlatımda akademik disiplin sınırlarının belirsizleşmesi de sıkça sözü edilen nokta. Bir sayfada tarih öncesi vakaları işlerken birden algoritmaya, dataizme ve gelecek vizyonlarına sıçrıyor. Bazen sorduğu sorular cevaplandırdıklarından fazla oluyor. Kitap onlarca cevapsız duran soruyla bitiyor.
The Wall Street Journal’ın ünlü bilim sayfası yazarı Charles C. Mann’ın, yazarın bir önceki kitabı Sapiens için, “Bu kitap online forum yazışmalarından yararlanan otodidakt bir genç yazar tarafından yazılmadıysa, şakacı bir akademisyen tarafından kaleme alınmış olmalıdır.” mealinde bir yorumunu okuyunca araştırdım ve benzer düşüncede olanların sayısının yüksek olduğunu keşfettim.
Kışkırtıcı tezler
En temel alanlara ve insan hasletlerine yönelik hızlı ele alış yazara üsttenci bakışla yorumlama ve kışkırtma imkânı veriyor. Harari nötral ve meselelere mesafeli yaklaşımlı biri değil. Kasıtlı olarak kışkırtıcı yorumlar kullanarak kitabın cazibesini artırıyor. İddiaları bilinen ve sıkça gündeme gelen şeyler, ama kat kat ambalaj ve reklamla yepyeni bir şey gibi sunuldu. Bir yönüyle populüze edildi. Google’ın Tanrı İnsan’a varma amaçlı yapay zekâ çalışmalarını düşünün. Bu kitap o projeyle ilgili biraz da.
“Tarih insanın Tanrı’yı icat etmesiyle başladı ve Tanrı’ya dönüşmesiyle son bulacak.
Her insanın iyiyi, güzeli, anlamlıyı ayırt edecek özgür bir iradeye sahip olduğu fikri terk edilmelidir.
Önümüzdeki yüzyılda insan haklarına ve demokrasiye duyduğumuz inanç gelecek nesillere anlamsız görünebilir.
Ölümün olmadığı bir dünyada Hıristiyanlık, İslamiyet ve Hinduizm’e ne olacak? Cennet, cehennem ve reenkarnasyon yoksa...
İnsani sınıflar arasında şu ana kadarki bütün farklar maddi ve manevi değerlere bağlıydı. Artık biyolojik farklar belirleyici olacak. Yeni seçkin sınıfın sağlık, eğitim ve toplumsal refaha yönelik yaklaşımı çok şeyi belirleyecek.
Makinelerin başarısı yüzünden fiziksel işleri onlara bıraktık. Bilişsel işleri de onlara bıraktığımızda üçüncü bir yeteneğimiz kalmayabilir. ‘Süper Seçkinler’ ve ekonomik ve askeri anlamda faydasız insanlardan ibaret bir dünyada kalabiliriz.
Gelecek nesiller eskiden olduğu gibi Zeus’un korku, tuhaflık ve güç sınırlarına sahip olacak. “
Bu tez, iddia ve yorumları ana kategoriler olarak ele alalım.
Hayatın Anlamı
İsrailli yazar Yuval Noah Harari “Hayatın anlamı nedir?” cinsinden büyük sorular sormayı seviyor, kitap boyunca lafını ediyor ve bilimin şu ana kadar bir anlam keşfedemediğini özellikle vurguluyor.
“Hayatın anlamı nedir?” sorusu öylece cevapsız kalıyor. Modernitede Tanrı artık Nietzsche’nin on dokuzuncu yüzyılda dediği gibi ölüdür. Tanrısız kalan modernite insanı bu soruyu kendine yöneltmek zorunda kalıyordu. Din onlara en azından bir düşünme yönü sağlıyor. Teknoloji bunu yapamaz. Atomu parçalayabilir, domuza insan hücreleri aşılayabilir ve yıldız sistemlerini keşfedebilir, ama yaşam enigmasına çözüm bulamaz.
Hayatın bir anlam taşıyıp taşımadığı felsefi ve metafizik bir konudur. Bunun için bilimsel bir kanıt aranması abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bilimsel buluşlar sayesinde birçok sorunun cevabına ulaşabiliriz, ama hayatın anlamının ne olduğu sorusu yine de cevapsız kalır. Kâinat 13,8 milyar yaşında. Hayatın anlamının ne olduğunu keşfetmek, bilim diliyle yalın bir şekilde ifade etmek 13,8 milyar yıl daha sürebilir.
Yazar özgür irade ve bilinci bir yanılgı, deneyle desteklenemeyen bir varsayım olduğunu iddia ediyor. Özgür İrade ve Bilinci reddederken, üstü biraz örtük şekilde aslında bunların herkesin harcı olmadığını ima ediyor. Kendisi Homo Deus’u yazarken özgür iradesini kullandı. Ve ne yazdığının pekâlâ bilincinde. Kırıkları özenle ayrı koyuyor.
Kutsal İllüzyonun Sonu
Yazar kitapta “Özgür irade bir illüzyondur, benlik hayali bir kurgudur” diyor sık sık. Ona göre benlik, uluslar, tanrılar ve para gibi bir kurgudan ibarettir. Özgür irade yoksa insan davranışı ilaçlar, genetik mühendisliği beyin similasyonlarıyla yönlendirilebilir şeklinde bir sonuca ulaşır.
Yuval Noah Harari kitapta uzun ya da sonsuz ömür sürmenin dinler yönünden ne gibi bir sonuç yaratacağını sorar. Ona göre insanlar ölümden korktukları için dindardırlar. Oysa ölümden korkmayan dinsizler, ölümden korkan dindarlar vardır.
Tanrının Adem ve Havva’yı kızgınlıkla cennetten kovması, bunun İlk Günah olması, tanrının insanı yarattığına pişman olması vb. muharref Eski Ahit sözleridir. İslamda farklıdır. First Sin - İlk Günah kavramı yoktur. Melekler tanrının yarattığı insana secde eder. Tanrı yarattığı insan nedeniyle pişman değildir. Bu noktaya özellikle değinmez.
Yazar standart bir ateisttir. Cennet ve cehennem kavramının insanları savaşa sürüklemek için uydurulmuş olduğunu söyler. Vatan müdafası diye bir şey yoktur yani. Ona göre bilimsel bilgilerin ışığında kâinat bir hengâmeden ibarettir, varoluş süreci bir anlam taşımamaktadır.
Ona göre modern yaşam anlamdan yoksun bir evrende güç peşinde bitmek tükenmek bilmeyen bir koşudan ibarettir. Yakında din iyice fantezileşirken, her şey biyokimyasal ve elektronik algoritmalardan ibaret bir ağa dönüşecektir. Bu ağın içinde bireysel merkezler mevcut değildir.
Kitap boyunca bu iddiaları desteklemek için üç ana süreç ve teze yer veriliyor.
1 – Bilim tüm toplumu organizmaların algoritmalar ve yaşamın veri işleme süreci olduğuna ikna eden bir dogma yolunda ilerliyor.
2 - Zekâ bilinçle yollarını ayıracak.
3 – Bilinci olmayan, ama yüksek zekâlı algoritmalar yakında bizi bizden daha iyi bilecek.
Ruh ve Evrim teorisi
Yazar ruhun varlığının evrim teorisiyle çeliştiğini söylüyor ve “Ruh da evrimleşmesi gerektiği için Tanrı ve ruh kavramı da asılsızdır, milyarlarca yaratığın çektiği acı ve yaşadığı haz sadece zihinsel bir kirlilikten ibarettir.” diyor.
“Lakin Darwin ruhlarımızı elimizden aldı. Evrim teorisi yeterince kavrandığında ruhun olmadığı gerçeğini kabullenmek kaçınılmazdır.
Dindar bir Hıristiyan ya da Müslüman biri için olduğu kadar, laik ve herhangi bir inanç sistemine dahil olmayanlar için de ölümden sonra baki kalacak sonsuz bir öz fikrinden vazgeçmek oldukça korkutucu olsa gerek.
Ruhun varlığı Evrim Teorisi’yle çelişir.”
Darwin’in Evrim teorisi tanrının varlığıyla çelişmediği için ruhun varlığına direkt karşı çıkan bir söylemi yoktur. Tam tersine kendisi evrimi Tanrının kudreti şeklinde tanımlamıştır. Darwin ateist olduğunu iddia edenlere bir Tanrıya inandığını ve agnostik olduğunu söylemiştir.
Bu arada dindarların önemli bir kısmı evrim teorisine ve ruhun varlığına bir arada inanır. İslami öğreti tanrının kâinatı evreler şeklinde yaratması fikriyle çelişmez. Darwin’den çok önce evrimden söz etmiş El-Cahız, İbn Miskevehy ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi âlimler ruhun varlığına iman etmiş kimselerdi.
Yapay Zekâ Homo Sapiens’e Karşı
Google’ın mühendislik direktörü olan Ray Kurzweil yapay zekânın 2029 yılında Turing testini geçerek insan zekâsına ulaşacağını, 2047’de de süper zekâya sahip makinelerin ortaya çıkacağını söylüyor. Yapay zekâ robotlar şeklinde fizik güç isteyen işleri, yazılım şeklinde, bilişsel işlerin çok büyük bir kısmını üstlenecek.
Yazar kitabında Google çizgisinden yürüyerek bu öngörüleri anlatıyor. Süper seçkinler, her yönden faydasızlaşmış kitleler ve bu ikisinin arasına sıkışmış yeni orta sınıf şeklinde üç gruptan söz ediyor. Önce süper seçkinleri ele alalım.
Süper Alfalar
Özelikle son elli-altmış yılda giderek artan miktarda makale, kitap ve film bu konuyu işliyor. Bir gen aristokrasisi öngörülüyor. Daha yavaş yaşlanan, daha az hastalanan, genetik dokunuşla zeki, güzel, yakışıklı ve üstün yetenekli hâle gelmiş insanlar söz konusu. Süper Alfalar yani. Onlar ve diğerleri şeklinde gruplaşmadan söz ediliyor.
Elitler giderek daha fazla güce ve imkâna kavuşuyor. Elit olmayanlarla aralarındaki uçurum her gün daha derinleşiyor. Biz yeni bir devrin eşiğinde olduğumuzun bilincindeyiz. Hâkim gücün karakterini iyi tanıdığımızdan pembe renkli mutlu bir son garantisine sahip olmadığımızı iyi biliyoruz. Yazar çokça çiğnenmiş bir sakızı ambalajlayıp yeniden sunuyor.
İnsan Tanrılar
Yazar 21. Yüzyılda güçlü kurgular ve totaliter dinler yaşayacağımızı söylüyor. Uydurma dini metinlerden feyz alan muktedirlerin bunun için çabaladığını sağır sultan bile biliyor. Sanal cennet ve cehennemler yaratacaklar. Şu anda bile var. Marka, hiper mahalle, statü azlığı ya da bolluğu. Bunlara birazdan lüks sanal mertebeler, hastalıksız hayatlar ve uzatılmış ömürler falan da eklenecek.
Ancak kurguyu gerçekten ayıranlar kendi özgün iradelerini kullanabilecek. Filmler bunu anlatıyor. Hazırlık yapıyor adeta. Yeni milenyuma girmek üzereyken yapılmış gerçek hayatla, kurgunun birbirine girdiği zamanları anlatan ExistenZ – Varoluş filmi bunu anlatıyordu. Matrix ve The Dark City – Karanlık Şehir filmleri de öyle.
Bir avuç zenginin toplam mal varlığı göze alındığında yakın gelecekteki Neo-Zeusların kimler olacağını tahmin etmek zor değil. Dahi yönetmen Stanley Kubrick son filmi Eyes Wide Shut – Gözleri Tamamen Kapalı (1999) filmindeki maskeli zatlar bunlar. Dünyanın yöneticileri. Neo-Zeuslaşmak için gün sayanlar.
Bu zatlar henüz ölümlüler ve yerçekimi kanunlarına tabiler. Bunlar aşıldığında kimsenin karşı koyamayacağı mitolojik tanrı benzeri yaratıklara dönüşecekleri bir ân pekâlâ gelebilir. Bu kaçınılmaz olarak kendi aralarında çatışmayı da getirecek. Paris, Güzel Helena’yı kaçırmaya devam edecek yani. İşin bir de ilahi bir boyutu ve kadim kehanetler yanı var ki, buna ilerleyen satırlarda değineceğim.
Kurgu Âlemleri
Evlere kapanan bilgisayarın arkasında oturan, odada yiyip, içen, uyuyan çocukları ve ergenleri düşünün. Keşke dışarıdaki iş hayatı, alışveriş, mecburi akraba ziyaretleri ve de tabii ki okul olmasa diye hayal ettiklerini biliyoruz. Bunlar hazırlık nesli. Bir sonraki nesil kurgu âleminin ilk tebası olacak. Bir an gelecek televizyon, internet ve radyo erişiminin zaman zaman tümden engellendiği devirleri göreceğiz. Bu durum Neo-Zeuslar’ın işine gelmeyeceği için şimdiden devlet tedbirlerini aşacak teknik sistemleri inşa ediyorlar. Yasaklar ve sınırlamalar pek işe yaramayacak yani.
Yazar ‘Yirmi yaşının altındakiler, hatta biraz üstü olanların bu konuda ikna edilmeye bile ihtiyacı yoktur.’ der ki, ancak bir ölçüde haklıdır. Bilgisayar oyunları ve arama motorundaki algoritmik uyarlamalar çocukları ve gençleri derinden etkiliyor. Yakın gelecekte insanlığı şu andan hayal edilmesi güç bir değişim bekliyor.
Dataizm Gerçekten Son Nokta mı?
“Dataizme göre insan deneyimleri kutsal değildir.
Homo sapiens yaradılışın zirvesi değildir ve Homo Deus’un öncüsü değildir. Homo Sapiens köhne bir algoritmadan ibarettir.”
Dataizm evrenin veri akışından ibaret olduğunu ileri sürülüyor. Dataizm matematik kurallarının hem biyokimyasal, hem de elektronik algoritmalara uygulanabildiğini de gösterdi. Hayvanlarla makineler arasındaki geçilmez addedilen duvarın yakında yıkılabileceği iddia ediliyor. Elektronik algoritmaların biyolojik algoritmaların sırrını çözerek onlardan daha üstün hale geleceği günü beklediği fikri yabana atılacak gibi değil yani.
Dataizm öğrenme piramidini de altüst edeceğe benziyor. İnsan veriyi damıtarak bilgiye, bilgiyi kavrayışa, kavrayışı bilgeliğe çevirmekle yüklüydü. Ancak artık zamanımızda veri akışıyla baş edilemiyor. Vaktimiz ekran başında uçup gidiyor. Bu işin elektronik algoritmalara devredilmesi gerektiğini düşünenlerin sayısı giderek artıyor. Kafamda bir çip olsa da bu bilgileri istediğim zaman bütünüyle kullansam diye düşünenlerin sayısı hiç te az değil.
Lüzumsuz İnsan
“Bu beklenmedik teknolojik bolluk içinde hiç çaba göstermeseler bile işe yaramayan kitleleri beslemek ve desteklemek mümkün olacaktır. Peki hepsini nasıl meşgul edip memnun edeceğiz? İnsanlar bir şey yapmazlarsa delirirler. Tüm gün ne yapacaklar? Sunulan çözümlerden biri uyuşturucu ve bilgisayar oyunları olabilir.”
Küresel ölçekte istihdam edilemez bir işsiz sınıfı ortaya çıkarsa bu niye tümüyle kötü bir şey olsun. Daha önce bu konuda çok kalem oynatıldı. Daha az çalışarak beşeri ihtiyaçların karşılandığı bir dünya hayal edildi. Sosyalist ütopya, yeryüzü cenneti gibi isimler verildi. Daha az çalışan insanların kendilerini geliştirmek için daha çok vakti olacak. Bilime, sanata, kültüre, spora ve hobilere daha çok zaman ayırabilecekler. Motorlu taşıtlar ortak kullanılacak. Çevreye uyumlu bir tüketim tarzı için ciddi bir yol alınacak. Nüfus planlaması bilinçli bir çizgiye oturacak. Gelecekte teknoloji daha küçük boyutlu, daha güçlü ve ucuz olacak. Şeker, kanser ve damar hastalıklarıyla mücadele şimdikinden çok daha etkin bir şekilde yapılacak. İnsan-makine sentezi sayesinde hayal ötesi sonuçlara ulaşacağız.
İnsan bu arada ona sağlanan serbest zamanda kendini geliştirmeye devam edecek. Yapay Zekâ avukat, doktor, hâkim, borsacı, öğretmen ve eczacılık gibi meslekleri de üstlenebilir. Bu her şeyin sonu demek olmayacak. Yeni meslekler zuhur edecek. 2045 sonrasında dünya tümüyle bir bilgisayardan ibaret olduğunda insan beynine gücünü katlayan teknik eklentiler implante edilecek ve bu yetisi sürekli güncellenecek. İnsan makine sentezi gerçekleşecek.
İnsanlık adına bu büyük bir ilerlemeyi kim engelleyecek? Kim manipüle edecek? Kendini Tanrılaşmış addeden elitler mi?
Faydasız denen kesim ancak distopik bir ortamda uyuşturucu ve bilgisayar oyunlarına mahkum olabilir. Bu elimizdeki tek çözüm değildir. Distopik gelecek kader değildir.
Kendine Güvensiz Kitle
Yazar bu biyolojik ve algoritmik yetiyi yeterince alamayanların daha alt düzey, itaatkâr, kendine güveni olmayan kitleyi oluşturacağını söylüyor. Kitle, halk yani. Halk her yönden geri kaldığı için alıklaşacakmış. Şu anda dünya ahalisi elindeki imkânla kıyaslandığında tarihinin en şiddetli alıklaştırma kampanyasıyla karşı karşıya. Sübliminal mesaj sağanağı altındayız. Medyada kontrolü elinde tutanların bütün çabası insanların gözünü boyama ve gerçeği saklama ve yalıtma merkezli değil mi? Diyelim bu hal daha da yaygınlaştı. Peki buna rağmen yeni tekno-kastlar arasında hiç çatışma olmayacak mı? Geleceğin Biyonik-Robotik-Spartaküs isyanları engellenebilir mi?
“Makinelerin başarısı yüzünden fiziksel işleri onlara bıraktık. Bilişsel işleri de onlara bıraktığımızda üçüncü bir yeteneğimiz kalmayabilir.”
Yazarın muhtemel gördüğünün aksine fiziksel ve bilişsel işleri makinelere, yapay zekâya asla denetimsiz olarak bırakmayacağız. Herhalükârda üçüncü bir yeteneğimiz baki kalacaktır. Böyle bir şey mevcuttur. Yaratıcının varlığına iman ve küresel merhamet. Özgür İrade ve Bilincin varlığının sağlaması bu çizgiden de yapılmalıdır.
Distopik roman ve filmlere bakılırsa, salgın hastalıklar, zombiler, kitlesel ölümler, kaos ve dünya nüfusunun toptan kırılması kaçınılmaz bir senaryo. Gerçek hayatta daha düşük ölçekli kırımlar her an yaşanıyor. Peki bu senaryoların asıl müsebbibi kim? Faust ruhu mu? Yazar kitabında moderniteyi insanın ruhunu şeytana satması olarak tanımlayarak Faust’un adını anar.
Faustvari Medeniyetin Kışı
Alman tarihçi Oswald Spengler 1918 yılında Batı Medeniyetiyle ilgili öngörülerde bulundu. Ona göre Faustvari Batı medeniyeti bin yıl önce girdiği bahardan, yaza, yazdan da sonbahara geçerek kış sezonuna ulaşmıştı. Bunu The Decline of the West – Batının Çöküşü adlı ünlü kitabında ayrıntılarıyla işledi.
“Faustvari medeniyeti kuran Batılı insan gururludur, bu trajik bir durumdur, o çabalar ve yaratırken için için gerçek hedefe hiçbir zaman erişemeyeceğini bilir.
‘Eğer optimizm ödleklikse, bu medeniyetin en üstün başarısının Faustvari kış